Hakkında

521

24 Haziran 1987 doğumlu olan zat-ı namuhterem ben, üniversite hayatıma kadar Çeşme’de genelde okuldan kaçıp sahile giderek ve Şubat ayında denize girip annemi deli etmekle geçirdim zamanımı. Bunları yapmıyorkense çılgınlar gibi okuyordum çünkü açtım. Dışarıda daha başka, daha büyük bir hayat olduğunu hissediyordum fakat dünyanın geri kalanından izole olmuş bu cennette kitaplar dışında hiçbir şekilde dokunamıyordum o dünyaya. O kitaplar ve muhteşem karakterleri sayesinde henüz 18 yaşında gelmeden 180 yıllık yaşamış kadar insan tanıdım, yer gezdim ve hayat tecrübesi edindim. Kah yel değirmenlerine sacaş açtım, kah bir şeker portakalına tüm hayatımı bağladım.

Üniversite zamanı gelince İstanbul yolu gözüktü, sevdiğim şeyi yapacaktım sonunda: İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde benim gibi kitapları dost bellemiş, düşünen, o koskoca hayatın gümbürtüsünü hissedenlerle okuyacak, beyin fırtınası yapacak ve bambaşka bir bakış açısı edinecektim edebiyata karşı. Öyle de oldu fakat zamanımın çoğu %90 öğrencisinin oturur oturmaz çakmağını, kırmızı Marlboro’sunu ve babasının aldığı arabanın anahtarını masaya koyduğu bu özel okulda, sabahın sekizinde boya kutusu gibi bir surat ve gelinin kardeşi saç modeliyle okula gelen kızlara hayret etmekle geçti. İlk iki sene İstanbul’un altını üstüne getirdiysem de son iki sene Acıbadem’de kendime çok küçük bir yaşam alanı oluşturdum; alışveriş yaptığım bakkal, gittiğim kafe ve okuldan ibaret bir alan.

Üniversite bitince bu sefer hayat beni Almanya’ya götürdü, önce bir yıl inci gibi Hamburg’a daha sonra da en dahi ve en delilerin yaşadığı Berlin’e. Almanca öğrenip beyin hücrelerimi yaktıktan sonra İngiliz Edebiyatı üzerine yüksek lisansıma devam ettim. Tez denen lanetle tanıştıktan sonra henüz hala bitiremedim. Umurumda mi? Onca şeyden sonra açıkçası değil…

Almanya’nın beni içine sürüklediği yalnızlık ve istenmeyen tüy halini ancak mutfakta bir şeyler yaratarak atabildim üzerimden. Girdiğim her ortamda Türk olduğum duyulduğu an yediğim ‘Ermeni katliamcısı’ damgasını, Atatürk hayranı olduğum için faşistliğimi, her dönerci dükkanında karşıma çıkan PKK bayraklarını, her gittiğim devlet dairesinde Almanca’mın çok iyi olmasına rağmen gördüğüm aşağı ırk muamelesini, sabahın dördünde girdiğim ve ‘vize almak istiyorsan evlen bence’ cevabını aldığım yabancılar şubesi sıralarının hepsini fırında bir güzel pişirdim, sonra da oturup yedim. Ortaya bu tarifler, okunan daha yüzlerce kitap ve yazılarım çıktı.

Daha fazla içimde tutamadım ve paylaşmak istedim. Nedenini ise bilmiyorum, sanırım yaptığım bir keki yerken birinin mutlu olduğunu gördüğüm anda hissettiğimle aynı nedenden paylaşıyorum.

Umarım tadı damağınızda kalır…

notlarınız ve düşünceleriniz için : goncakkas@gmail.com

 

 

 

 

 

 

 

Yorum bırakın